Şubat 2014. Her şeyin normal göründüğü bir akşam. Hissettiğim deprem gibi bir şeydi. Kimsenin dünyasının sarsıldığı falan yoktu, fakat benim ve ailemin hayatı tamamen değişti, muhtemelen sonsuza kadar.
Ben otizmli öğrencilere özel bir okulda, eşim ise bir ilkokulda öğretmendik. Uzun ve yorucu bir iş günü sonrasında Nottingham’daki evimizde yatağımıza uzandık. Yatak odasının ışıklarını söndürdük. Ve o an kafamda bir ışık yandı. Benim ve eşimin işlerimizi bırakması, çocuklarımızı, 12 yaşındaki Amy ve 10 yaşındaki Ella, resmi eğitim sisteminden koparmamız ile sonuçlanacak bir fikir…
Not: Tim Meek’in The Guardian için kaleme aldığı yazıdan Türkçeye çevrilmiştir.
Kızgındık…
Çünkü çok fazla çalışıyor ve aile olarak birlikte yeteri kadar zaman harcayamıyorduk. Okumayı, çocuklarımızla konuşmayı, oynamayı; planlamaya, görevlerimizi yerine getirmeye feda ediyorduk.
Öyle ki, sadece ev kredimizi ödemek ve emeklilik maaşlarımızı garantilemek için yaşıyor ve çalışıyor gibi hissediyorduk. Öyle ya, yirmi birinci yüzyılın hayat tarzı.
Sadece var olmaya çalışıyorduk. Hafta içi günlerinin geçip gitmesini, iş kıyafetlerimizi üzerimizden atabileceğimiz hafta sonlarına kavuşmayı, ailecek dağlara tırmanmayı, yıldızların altında uyumayı istiyorduk. Bütün çabalarımıza rağmen, bu hayat tarzı bizi mutsuz ediyordu, zaman zaman çok mutsuz. Ben, çok da şiddetli olmasa da beni içine çeken depresyon ile, eşim Kerry ise öğrenci performansı belgelerinden oluşan bir denizde boğuluyor olma hissiyle boğuşup duruyorduk.
Amy and Ella, bize göre okullarında daha mutlulardı. Bir sürü arkadaşları vardı ve öğretmenlerini seviyorlardı. Fakat her geçen gün artan ev ödevleri ve test odaklı sistem ruhlarını emiyordu. Öğrenmeye olan tutkularını gün be gün öldürüyordu.
Hepimiz, değişime hazırdık.
Ve o gece…
Kerry’e döndüm ve teklifimi yaptım: “Her şeyden bir yıllığına kurtulsak? Ara versek… Biz öğretmenler olarak, çocuklarımız da öğrenenler olarak kendimizi yeniden bulmaya çalışsak… Daha fazla birlikte zaman geçirsek… Bir maceraya atılsak…”
Kerry’nin yanıtı biraz endişeli olmasına rağmen pozitifti. Yani, her ne kadar 13 yıllık evimizi satma konusuna mesafeli yaklaşsa da, “hayır” demedi. Günler geçtikçe, bu fikir kalbimizde ve aklımızda köklendi. En azından şunu diyebilirim ki; böyle bir şeye karar vermek, yani hayatımızın kontrolünü kendi ellerimize almak gerçekten güç verici ve heyecanlı bir olaydı. Yeniden yaşadığımızı hissettik. İkimiz de çok heyecanlıydık. Fakat Army ve Ella’nın nasıl tepki vereceklerini bilmiyorduk.
İkisinden biri ya da ikisi birden bu fikri kabul etmezse, örneğin, ne yapacaktık? Elbette ki onları zorlamayacaktık. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için olmalıydı. Önerimiz, onlar için ilk önce şok ediciydi. Üzerinde düşündüler. Sorular sordular, yanıtlar aldılar. Her geçen gün heyecanları arttı ve artık gözlerindeki parıltı, Kerry ve benim umduğum desteğe dönüşüverdi.
Anı yaşamak ve hep birlikte eğitimsel bir maceraya adım atmak istiyoruz. Birçok aile, çocukları ile birlikte uzak diyarları ve kültürleri tanımaya gitti. Bizse Birleşik Krallık’ta kalmak istedik. Amacımıza ulaşmak için yurt dışına çıkmamıza gerek yoktu. Adalarımızın bize önereceği çok şey vardı nasılsa. Tarih, coğrafya, muhteşem manzaralar ayağımızın dibindeydi ve 13 yıldır ailemizin bir üyesi olan, köpeğimiz Sally’den vazgeçmeye hiç mi hiç niyetimiz yoktu.
Önceden bir “Caravan Club” yarışmasına katılmış, 20 haftada 20 tatil hedefini tamamlayıp 100 aile ile rekabetten birinci çıkarak bir karavan kazanmıştık bile. Bunun çok yardımı oldu. Bu heyecanlı yola çıkarken, sorunlarla karşılaşabileceğimizden de farkındaydık elbette. Ella arkadaşlarını özledi mesela. Army, ikinci sınıfa geçmişti ve okul konusunda endişeleniyordu. Bu zorluklarla başa çıkmak için, bir çıkış kuralı koyduk kendimize. Seyahatimizin herhangi bir anında, herhangi birimiz keyif almamaya başlarsa, o an durup normal hayata geri dönecektik.
Yol…

Yolda okul projemizin ilk durağı Warwick Kalesi’ydi. Oradan kuzeye, İskoçya’ya doğru devam ettik. İngiltere, Wales, İskoçya ve İrlanda’nın köşelerinde, dolaştık durduk. Belirli bir rotamız yoktu, eğitimsel amaçlarımıza göre hareket ettik. Festivallerde konuşmalar yapmaya davet edildik. Amy ve Ella arkadaşları ile irtibatlarını korusun diye zaman zaman Nottingham’a döndük.
Ulusal müfredattan uzaklaşıp, daha esnek bir model izledik. Bilim derleri yolda, kendiliğinden gerçekleşti örneğin. Kızlar; rüzgar türbinleri ve yenilebilir enerjiyi bir rüzgar çiftliğinde öğrendi. Newton’ın evine yaptığımız ziyaretlerde kuvvet ve hareketi öğrendiler. Yıldıların altında uyku tulumlarında uyuduk, bazen plajlarda, üzerimizdeki Samanyolu’nu çalıştık.
Ufak bir alanda birbirimizin sinirlerine dokunmadan yaşamak zorlu bir görevdi. Tartışmalar oldu, olmadı değil. Fakat genel olarak baktığımızda, bu duruma çok iyi bir şekilde adapte olduk. Zaman zaman mutlu zaman zaman sinirli anlarımızın olacağını kabullendik.
Bizi en çok üzen olay, Ağustos 2014’te meydana geldi. Sevgili köpeğimiz Sally’i kaybettik. Bu maceranın bizim karakterlerimizi güçlendirmemize yardım edeceğini biliyorduk. Bilmediğimiz, aynı zamanda birbirimiz için daha güçlü bağlar oluşturacağıydı.

Ella, sabırla ve şefkatle Sally’nin yasını tutan kardeşi Kerry’e her işinde yardım ediyor, ona yol gösteriyordu. Bir yılı aşkın yolculuğumuzun ardından, Amy ve Ella karşılarına çıkan zorlukları artık hayatın önemli birer parçası olarak görüyor ve zor durumlarla başa çıkabilme kabiliyetlerine değer veriyor.
İkinci yıl…
Artık turumuzun ikinci yılına girdik ve planımız İspanya, Fransa, İskoçya ve İskandinavya’yı yeni bir karavanda keşfe çıkıyoruz. Hiçbirimiz, bir yılın ardından durmak istemedi. Paramız bitene, durmamız gerektiğine, ya da içimizden biri “yeter artık” diyene kadar devam edeceğiz.

Bu turu nasıl finanse ettiğimiz ile ilgili birçok soru alıyoruz. Kısa yanıt, “edemiyoruz”. Evimizi sattık ve oradan elde ettiğimiz 20 bin pound’u seyahatimize harcadık. Biriktirdiğimiz paralarımızı da feda ettik. Finansal anlamda, durumlar iyi gözükmüyor olabilir. Fakat sahip olduğumuz en değerli şeylere yatırım yapıyoruz. Çocuklarımıza. Onlarla kaliteli vakit harcayarak.
Çok mutlu, ama çok mutlu bir şekilde, yaşayıp gidiyoruz.
Kaynak: The Guardian